Günümüzde demokrasiler bazı kesimlerce çok eleştirilen bir rejim haline gelmiş bulunuyor.
Bu eleştirilerin yoğunluk kazandığı ülkeler, çoğunlukla demokrasinin kurallarını içine sindirememiş ve onu yaşam biçimi olarak içselleştirmeyi kavrayayacak eğitim seviyesine ulaşamamış toplumlardır.
Demokrasi her şeye rağmen mevcut sistemler içerisinde en iyisi olarak tanımlanmaktadır.
Sorun, demokrasinin sağladığı özgürlük ortamının kötüye kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde bugün kime sorsanız, kime oy vermiş olursa olsun ülkemizde ki siyasetten şikâyet etmektedir.
Çevremde ki çok kişi, siyasi haberlerden bunaldığını ve liderlerin takındığı üsluptan utanç duyduğu için haber ve siyasi haber programlarını izlemediklerini söyler hale gelmiştir.
Çünkü TV kanalları gün boyunca her haber saatinde, sürekli yapay gündem oluşturan İktidar lideri ile on laf yetiştirmeye çalışan muhalefet liderlerinin birbirlerini suçlayan atışmaları ile doludur.
Bu tablo demokrasimiz ve siyasi partilerimiz adına endişe duyulacak bir durumdur. Artık insanlar böyle demokrasi olmaz demeye başlamıştır.
Çağdaş batı Demokrasilerinde ülke yönetimini ilgilendiren siyasi konular öncelikle meclis ve senatolarda görüşülür, siyasi uzlaşı ve mutabakat sağlandıktan sonra halka duyurulur.
Bizde ki gibi hemen her gün tartışma yaratacak bir konuyu TBMM’DEN önce kamuoyunun gündemine taşıyıp, ortamın gerilmesine zemin hazırlamanın çağdaş demokrasilerde yeri yoktur.
Çağdaş demokrasilerin uygulandığı bir ülkede, bir lider çıkıp da bizdeki gibi bir yol izlemeye kalksa, toplum onu alkışlamak yerine, “Ülke Meclisi ne işe yarıyor?” diye sorgular
Eğer bizde olduğu gibi siyasi anlayış, uzlaşma kültürü üzerine oturtulmamış ve işler meclisteki sayısal hesaplarla çözülmeye çalışılıyorsa, siyasi zıtlaşmaları yaşamak kaçınılmazdır.
Bu da toplumu siyasi kamplara böler ve toplum tehlikeli bir şekilde siyasetçilerin sözcüsü haline gelir, toplum gerilir.
Eğer uzlaşı diye bir yol denenmeyecekse, “Neden seçimler yapılır ve neden birden fazla siyasi parti aldıkları oy oranı ile mecliste temsil hakkı kazanır?” Soruları gündeme gelir.
Çağdaş batı demokrasilerinde seçimler bitince seçmenin de görevi biter. Bir sonraki seçime kadar kendi işine bakar. Eğer işler istemediği gibi gidiyorsa, ilk seçimde vereceği oy ile gereğini yapar.
Bu ülkelerde siyasi partiler, ülke sorunlarını ülke meclis ve varsa senatolarında konuşurlar.
Seçmenin görevi de, seçmek ve seçtiğini izlemek, onayını veya tepkisini de ilk seçimde göstermektir.
Oysa bizde, her şey rayından çıkmıştır. Seçim sonrası daha ilk günden muhalefet bayrağı açar. Bunu bir sonraki seçimi kazanmanın yolu olarak görür.
İktidar olan da eline geçirdiği güçle, (Hele de mecliste ki sayısal çoğunluğu eline geçirmişse) kendinden başka gücü tanımayan bir yol izlemeye başlar.
Artık Türkiye gündeminde sadece onların karşılıklı söz düellosu vardır. İş bazen günümüzde olduğu gibi terbiye kurallarını da aşarak küfür ve hakarete döner.
Türkiye onların sayesinde her gün seçim atmosferinin gerginliğini yaşamaya mahkûm olur.
İşte insanlarımıza televizyon kapattıran ve demokrasiyi tartışılır hale getiren de budur.
İşte insanlarımıza televizyon kapattıran ve demokrasiyi tartışılır hale getiren de budur.
Bu durum bugünün sorunu da değildir. Çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden başlayarak bu siyasi anlayış kendini geliştirememiştir.
Bu uzlaşmadan uzak siyaset yapma anlayışı, geçmişte de büyük sorunların nedeni olmuştur. Türkiye takım tutar gibi saflara ayrılmış, siyasi kavgalar etnik ve mezhep bölünmelerini ardından getirmiştir.
Türkiye’nin yaşadığı ihtilallerin sorumlusu olarak askeri gösterenler, üzülerek söylemek gerekirse siyasetçilerin de demokrasinin gereklerini yerine getirmemelerini yeterince sorgulamamışlardır.
Toplumumuzun eğitim ve kültür seviyesinin düşüklüğünü acımasızca kullanarak populist politikalar yapmak ve hemen her gün yeni bir demagoji (Lafebeliği) ile toplumu siyasetten ve demokrasiden soğutma pahasına siyasi üstünlük sağlamanın demokrasilerde yeri olamaz.
Siyasetin böylesine uzlaşma kültürü yerine inatlaşma kültürü eksenine oturtulduğu bir ülkede, bir de “Başkanlık Sistemini” getirmeye kalkmak, çok daha büyük kargaşalara kapı açmak demektir.
O zaman işler iyice rayından çıkar ve korkarım, asırlar önce yaşamış feylesof PLATON’UN ( Eflatun) söylediği sözler asırlar sonra haklılık kazanır.
M.Ö. 427 ile M.Ö. 347 arasında yaşamış Platon'un binlerce
sene önce tarifini verdiği demokrasi ilkesine bir göz atalım;.
''Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir.
Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttir.
Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever.
Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler.
Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Demokrasi, bir eğitim işidir.
Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarsi olur.
Devam edilirse demagoglar türer.
Demagoglardan da diktatörler çikar.''
********************
Evet, şimdi, bu pencereden günümüz Türkiye’sine bakınız. Neler görüyorsunuz? Bunlar sizi de korkutuyor mu?
Önceki yıllarda bir manken bir TV programında, “Benim oyum, eğitim almamış falanca ile nasıl eşit olur?” Sorusunu sorma cesaretini gösterdi diye linç edilmişti.
Böyle giderse, bu soruyu soranların sayısının artacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Bu ülkenin bir başka önemli sorunu da, kendini aydın diye niteleyip de gerçek aydın sorumluluğunu üstlenmeyenlerdir.
Bir ülke aydınlarının vurdumduymazlaşmasının sonuçlarının ne olacağını da bir başka feylezof ARİSTO’DAN dinleyelim.
“Siyasetle uğraşmak istemeyen aydınları bekleyen korkunç bir son vardıri
O da, cahiller tarafından yönetilmektir..”
O nedenle, ülkemizi yönetmeye talip olan siyasetçilerin uzlaşma ve mutabakat kültürünün gereğini yerine getirerek çağdaş demokrasinin kurallarına bağlı kaldığı günleri görmek dileğiyle, iyi haftalar.. 09, 12. 21012